İçeriğe geç

İftira atanların sonu ne olur ?

İftira Atanların Sonu Ne Olur? Tarihten Günümüze Bir Vicdanın Yargısı

Bir Tarihçinin Kaleminden: Geçmişin Gölgesinde Hakikatin Arayışı

Tarihçi olarak arşivlerin tozlu raflarında dolaşırken, bazen bir mektupta, bazen bir mahkeme kaydında insanlığın karanlık yüzüyle karşılaşırım. İftira bunlardan biridir; kelimelerle kurulan bir tuzaktır, bazen bir imparatoru tahtından eder, bazen bir masumun ömrünü karartır. İftira, sadece bir suç değildir; bir toplumun vicdanını sınayan bir aynadır. “İftira atanların sonu ne olur?” sorusu, aslında her çağda yeniden sorulmuş, adaletin ve insanlığın ölçüsünü belirlemiştir.

Antik Çağlardan Orta Çağ’a: İftiranın Karanlık Kökenleri

Antik Roma’da “calumnia” yani iftira, yasalarla cezalandırılan bir suçtu. Çünkü birine haksız yere suç atmak, devletin adalet sistemini zehirlerdi. Yunan şehir devletlerinde ise iftira, kişisel onurun yanı sıra, toplumsal düzeni tehdit eden bir kötülük olarak görülürdü. Platon’un diyaloglarında bile “iftiracı” insan tipi, gerçeği saptıran, halkın gözünü boyayan bir figür olarak karşımıza çıkar.

Orta Çağ Avrupa’sında ise iftira, dini otoritelerin elinde bir silaha dönüşmüştü. Cadı avları, Engizisyon mahkemeleri, “Tanrı adına” yapılan ama aslında korku ve çıkar üzerine kurulu iftiraların sonucuydu. Bir kişinin söylediği yalan, yüzlerce masumun yakılmasına neden olabiliyordu. Tarih burada bize açık bir ders verir: İftira, susturmak isteyenin dilinde en güçlü silahtır, ama aynı zamanda sahibini de yakar.

Osmanlı’da İftiranın Bedeli: Devlet Ahlakının Yargısı

Osmanlı İmparatorluğu’nda “iftira” yalnızca bireysel bir suç değil, devlet düzenini sarsan bir tehlike olarak görülürdü. Şer’i mahkemelerde “kazf” (zina iftirası) ya da “bühtan” (genel iftira) suçları ağır cezalara tabiydi. Kadılar, delilsiz suçlamaları reddeder; yalancı tanıklar için “yüz karası” damgası vurulurdu.

Kanuni Sultan Süleyman döneminde bile saray entrikaları arasında iftira, taht oyunlarının sessiz oyuncusuydu. Fakat tarih hep aynı gerçeği yazar: İftira, kısa vadede kazandırır gibi görünür; ama uzun vadede sahibini utandırır. Rüstem Paşa ile Hürrem Sultan dönemindeki politik çekişmeler, iftiranın nasıl devleri bile yıprattığının en belirgin örneklerindendir.

Modern Zamanlarda İftira: Dijital Çağın Sessiz Yalanları

Bugün artık iftira yalnızca meydanlarda değil, sosyal medya ekranlarında atılıyor. Bir tweet, bir sahte haber, bir video montajı… Gerçekle yalan arasındaki çizgi, tarihin hiçbir döneminde bu kadar ince olmamıştı. Dijital çağın iftiracısı, bazen sahte bir hesap, bazen manipüle edilmiş bir haber sitesi olabilir. Ancak değişmeyen şey, iftiranın ahlaki çöküşe yol açmasıdır.

Toplumlar, dijital linç kültürüyle adalet duygusunu yitirirken, bireyler “görünmez mahkemelerde” yargılanıyor. Tarih yine kendini tekrarlıyor; sadece sahne değişmiş durumda.

İftiranın Sonu: Vicdanın ve Tarihin Hükmü

İftira atanların sonu tarihte hep aynı çizgide ilerlemiştir: kısa süreli kazanç, uzun süreli utanç. Antik çağda yasal ceza, Orta Çağ’da dinsel dışlanma, modern çağda ise toplumsal itibar kaybı. Her dönemde hakikat er ya da geç ortaya çıkar. Tarih, iftiracıları sessizce ama kesin bir şekilde mahkûm eder.

Gerçek, suyun altına atılsa bile bir gün yüzeye çıkar; çünkü adaletin hafızası uzun, sabrı derindir.

Sonuç: Geçmişten Bugüne Aynı Ders

Bir tarihçi olarak defalarca gördüm: iftira, yalanın en ağır biçimidir çünkü yalnızca bir kişiyi değil, bir toplumu zehirler. Bugün dijital çağda yeniden aynı sınavdan geçiyoruz. Her paylaştığımız bilgi, her yorum bir vicdan terazisine konulmalı. İftira atanların sonu, tarihte olduğu gibi bugün de hüsrandır; çünkü hakikat, her çağda en dirençli güç olarak ayakta kalır.

Gerçek, bir gün mutlaka konuşur. Ve o gün geldiğinde, iftiranın sessiz kazananı değil, hakikatin onurlu tanığı olmak gerekir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

şişli escort
Sitemap
betexper girişsplash